Reinforcement Theory
J. B. Watson’a göre, insanlar yaşamları boyunca belirli bir uyarıcıya az çok kestirilebilir bir biçimde tepki göstermeye koşullanmaktadır. Ona göre, çevre, yeteri kadar kontrol edilebildiği taktirde psikoloğun bir çocuğu istediği gibi bir yetişkin haline dönüştürebilmesi mümkündür. Bunun, çocuğun kalıtsal yetenekleri, zekası ya da ailesinin etkisini tamamen göz ardı edilerek yapılabileceğini söylemiştir (Burger, 2006; 513).
Koşullanma kuramı iki kısımda ele alınmaktadır. Birincisi “klasik koşullanma”, ikincisi ise “edimsel koşullanma”dır. Klasik koşullama, I. Pavlov’un köpeklerle gerçekleştirdiği laboratuvar deneylerindeki çalışmalarına dayanırken, edimsel koşullama, E. Thorndike’in kediler üzerinde ve B. F. Skinner’in ise fareler üzerinde geçekleştirmiş olduğu laboratuvar çalışmalarının sonuçlarına dayanmaktadır.
Pavlov’un Klasik (Tepkisel) Koşullanma Kuramı
Rus fizyolog Ivan Pavlov, hayvanların çevrelerindeki uyarıcılara tepki vermeyi öğrenebileceklerini, bunun için uyarıcıların daha önceden tepki gösterilmiş olaylarla birlikte kullanılması gerektiğini öne sürmüştür. Bu sürece Klasik (tepkisel) Koşullanma adını vermiştir (Burger, 2006; 511).
Kurama göre klasik koşullanma, zaten var olan bir uyarıcı ilişkisiyle başlamaktadır. Klasik koşullanma deneylerinde Pavlov, uyarıcı-tepki ilişkisi için yemek ve salya salgılama ikilisini kullanmıştır. Laboratuvarındaki aç köpeklere et tozu vermiş (uyarıcı) ve salya salgıladıklarını (tepki) görmüştür. Pavlov et tozuna koşulsuz uyarıcı, salya salgılamasına da koşulsuz tepki adını vermiştir. Sonra Pavlov koşulsuz uyarıcıyı, yeni, koşullu bir uyarıcıyla birlikte kullanmıştır. Köpeklere et tozunu her gösterdiğinde bir zile basmıştır. Et tozunu ve zil sesini birkaç kez birlikte kullandıktan sonra Pavlov, et tozu vermeden sadece zile basmıştır. Köpekler zil sesini duyduklarında, et tozu verilmese de salya salgılamaya başlamıştır (Burger, 2006; 517).
John B. Watson klasik koşullanmayla, bir kişinin duygularının da kontrol edilebileceğine inanmıştır. Küçük Albert isimli deneyiyle oldukça tanınmıştır. Albert isimli bir çocuğa klasik koşullanma uygulanarak farelere karşı korku duyması sağlanmıştır. Buna göre klasik şartlanma ile Albert’in duyguları kontrol edilerek, onun belli korku ve tepkileri öğrenmesi sağlanmış, sonrasında ise bu duyguları düzeltilerek tekrar eski haline getirilmiştir. Watson’a göre insanların geliştirdiği çoğu korkunun temelinde şartlanma bulunmaktadır. (Miller ve Shelly, 2007; 70-71).
Uyarıcılar ve yaşadığımız olaylar genelde çevremizdeki başka şeylerle beraber rastgele eşleştiği için davranışlarımızı etkileyen uyarıcı-tepki ilişkilerinin çoğundan haberdar olmamaktayız. Araştırmalar yiyecek, giysi, arkadaş seçimimizin bile bu süreçle belirleneceğini söylemiştir (Burger, 2006; 518).
Pavlov köpeklerine sadece zil sesi vermeye başladığında; köpekler gittikçe daha az salya salgılamaya başlamış ve en sonunda salgılamayı bırakmışlardır. Koşullu uyarıcı-tepki ilişkisinin dereceli bir şekilde ortadan kaybolmasına “sönme” adı verilir (Burger, 2006; 518).
Belirli bir uyarıcıya koşullanan tepki, ilk uyarıcıya benzer diğer uyarıcılar verildiğinde de ortaya çıkarsa bu duruma “genelleme” adı verilir. Genelleme sayesinde daha önce karşılaşmadığımız yeni uyarıcılara, daha önceden öğrendiğimiz uyarıcılara benzerlik derecesine göre tepkide bulunuruz. Ses, dokunma, koku, ışık, renk, tat gibi değişik uyarıcılarla yapılan denemeler, genelleme ilkesinin duyu organlarının tümü için geçerli olduğunu göstermiştir (Cüceloğlu, 2008; 142).
“Ayırt etme” ise, genellemenin bir anlamda karşıtıdır ve aynı zamanda onu tamamlayan bir süreçtir. Genelleme benzerliklere yapılan bir tepkidir, ayırt etme ise farklılıklara yapılan bir tepkiyi ifade eder. Seçici pekiştirme ve söndürme yöntemleriyle ayırt etme tepkisi ortaya çıkartılmaktadır. Örneğin bir çocuk köpek tarafından ısırılırsa, önce bütün köpeklerden korkmaya başlar; bu aşamada bir genelleme mevcuttur. Bir süre sonra çocuk yalnızca kendisini ısıran türden sahipsiz köpeklerden korkmaya ve diğer ev köpeklerinden korkmamaya başlar; bu aşamada ayırt etme ortaya çıkmaktadır (Cüceloğlu, 2008; 143).
Edimsel (işlemsel) Koşullanma Kuramı
Pavlov’un Rusya’da klasik koşullanma deneyleri yaptığı sırada, Amerikalı psikologlar da ilişki aracılığıyla öğrenme üzerinde araştırmalar yapmıştı. Buna göre Edward Thorndike kedileri “bulmaca kutuları”na koyuyordu. Kutudan kaçıp balığa ulaşmak için aç kedilerin birtakım eylemleri gerçekleştirmesi gerekiyordu. Çok geçmeden kediler ödül almak için ne yapmaları gerektiğini öğrendi. Bu gözlemler Thorndike’in (1911) “etki yasası”nı formülleştirmesine yardımcı oldu. Yani, doyurucu sonuçlara yol açan davranışların tekrar edilmesi olasılığı artar, böyle bir sonuca yol açmıyorsa tekrar edilme olasılığı azalır (Burger, 2006; 519).
Uyaran-tepki koşullanmasında, (“zilin çalınması-ağzın sulanması” örneğinde olduğu gibi) koşullu uyaranlar davranıştan (koşullu tepki) önce gelmekte, davranışı canlandırmaktadır. Ama Skinner’e göre bu gibi davranışlar daha çok tepkilerle (refleks) ilgilidir. Oysa davranışlarımızın çoğu öğrenilmiş davranışlar olup işlemsel davranışlardır. Skinner’in deney odasında fareler ve güvercinlerle yaptığı deneylerde, bir kola bastığı zaman yiyecek bulmasını öğrenen bir farenin davranışı işlemsel bir davranışa, farenin kola basmayı öğrenmesi de işlemsel koşullanmaya örnektir. İşlemsel denmesinin nedeni, hayvanın çevre üstünde bir “işlemde” bulunarak pekiştirme elde edebilmesidir. Uyaran-tepki koşullanmasında önce çevreden bir uyaran gelmekte, sonra bir tepki doğmaktadır. Buradaysa örgenlik önce bir davranışta bulunarak çevrede değişikliklere yol açmaktadır (Onaran, 1981, 262).
Edimsel koşullanma, zaten var olan bir uyarıcı-tepki ilişkisiyle başlayan klasik koşullanmadan farklı olarak, organizmanın (insan ya da hayvan) kendiliğinden yaptığı davranışlar üzerinden başlar (Burger, 2006, 520). Edimsel koşullanmanın klasik koşullanmadan temel farkı (ve dezavantajlarından biri), davranışın ancak ortaya çıkmasından sonra pekiştirilebilmesidir.
Verplanck 1955 yılında gerçekleştirdiği bir deneyde üniversite öğrencileriyle onların haberleri olmaksızın bir deney gerçekleştirmiştir. Buna göre öğrenciler deneyden habersiz şekilde araştırmacıyla konuşmuşlar ve bu süreçte araştırmacı, öğrencilerin kullandıkları belirli tür cümleleri pekiştirmiş, diğer cümleleri pekiştirmemiştir. Öğrenci, “Kanaatımca,” “Öyle zannediyorum ki,” “Bana öyle geliyor ki,” şeklinde başlayan cümleler kullandıklarında araştırmacı “Evet haklısınız,” “Bana da öyle görünüyor,” “Gerçekten dediğin gibi,” şeklinde cevaplarla öğrencilerin ifadelerini pekiştirmiştir. Pekiştirme devresinden sonraki söndürme devresinde ifadelerden sonra araştırmacı hiçbir şey söylememiştir, sessiz kalmıştır. Pekiştirme devresinde deneklerin kişisel görüş belirten ifadelerinde anlamlı bir artma olmuş, sönme devresinde ise aynı tip ifadelerde bir düşüş görülmüştür. Ancak bu sonuçlar, öğrencilerin deneyin farkında olduğu durumlarda gözlenmemiştir (Cüceloğlu, 2008; 153).
Edimsel koşullanma, davranışın sıklığını etkileyen sonuçlarla ilgilenir. Ardından gelen bir davranışın sıklığını arttıran sonuca pekiştirme, azaltana ise cezalandırma denir. Bir sonucun pekiştirici ya da cezalandırıcı olup olmaması kişiye ve duruma göre değişir. Eğer açsanız, çilekli dondurma bir pekiştireç olabilir; ancak çilekli dondurmayı sevmiyorsanız ya da hastaysanız dondurma ceza işlevi görür (Burger, 2006; 520).
Psikologlar bir davranışın sıklığını artırmak için iki pekiştirme türü olduğunu bulmuştur. Olumlu pekiştirme ile davranış artış gösterir; çünkü ardından bir ödül gelmektedir. Düğmeye rastgele her bastığında kendilerine yiyecek verilen fareler, düğmeye daha fazla basmaya başlayacaktır. Bir sınava çok çalışıp A alan öğrenciler, büyük olasılıkla bundan sonraki sınavlarda da çok çalışacaktır (Burger, 2006, 521).
Bir davranışın sıklığını olumsuz pekiştireç kullanarak, yani davranış ortaya çıktığında hoş olmayan uyarıcıyı ortadan kaldırıp azaltarak artırabiliriz. Bir ipi çektiklerinde elektrik şokunun bittiğini anlayan fareler, ipi çekmeyi daha çabuk öğrenecektir. Birkaç dakika dinlendiklerinde baş ağrılarının geçtiği gören insanlar, bir süre sonra gevşemeyi öğrenecektir (Burger, 2006, 521).
İstenen davranışın artırılmasında olduğu gibi, istenmedik davranışın azaltılması konusunda da edimsel koşullandırmada iki yöntem vardır. En etkili yöntem pekiştireci ortadan kaldırmak ve davranışın sönmesine izin vermektir. Örneğin, bir öğretmen sınıfta yaramazlık yapan bir öğrenciyi herkesin önünde azarlar. Aslında bu yaptığı hareket, sınıfta diğer öğrencilerin gülüşmesine ve öğrencinin dikkat odağı olmasına neden olmakta; böylece bu durum, yaramazlık yapan öğrenci için bir cezadan çok pekiştirme olmaktadır. Bilinçli bir öğretmen sorun çıkaran çocuğu disipline göndererek pekiştireci ortadan kaldırabilir (Burger, 2006; 521).
Diğer bir yöntem de istenmedik davranışın yok edilmesi için cezalandırmayı kullanmaktır. Kuramsal olarak ardından olumsuz bir uyarıcı geldiğinde (elektrik şoku vermek) ya da olumlu uyarıcı ortadan kalktığında (oyuncakları elinden almak) davranışın sıklığını azalır. Ancak, araştırmalar bazı nedenlerden dolayı, cezalandırmanın etkililiğinin sınırlı olduğunu göstermiştir (Burger, 2006; 521).
Öncelikle, cezalandırma uygun davranışları öğretmez, sadece istenmedik davranışların sıklığını azaltır. İkinci olarak, etkili olabilmesi için cezanın anında ve tutarlı bir şekilde uygulanması gerekir. Üçüncü olarak, cezalandırmanın bazı olumsuz yan etkileri vardır. Anne babalar ve terapistler belirli bir tepkiyi bastırmaya çalışırken çocuk, başka davranışları da cezayla ilişkilendirebilir. Klasik koşullanmanın da aracılığıyla, cezalandırma ile oluşan olumsuz duygular cezalandırmayı yapan insanla özdeşleşebilir. (Yani anne-babaları tarafından dövülen çocuklar, anne babalarını dövülmenin acısıyla özdeşleştirebilir). Bir başka yan etki de istenmedik davranışların örnek alma yoluyla da öğrenilebilmesidir (Örneğin, dövülen çocuklar daha büyük ve güçlü olduğun sürece fiziksel saldırganlık göstermenin kabul edilebilir olduğunu öğrenebilir). Sonuç olarak bu tür yan etkileri nedeniyle cezalandırma, daha çok istenmedik bir davranışı bir süreliğine bastırmak ve bu sırada istenen, uyumlu davranışı pekiştirmeye başlamak için kullanılabilir (Burger, 2006; 522).
Pekiştirecin, davranış üzerinde etkili olabilmesi birçok faktöre bağlıdır. Aralıklı pekiştirme türlerine “pekiştirme tarifeleri” adı verilmektedir. Aralıklı pekiştirme temelde iki boyut çerçevesinde değiştirilebilir: 1. Pekiştirmeler arasındaki aralık, ya davranış sayısı ya da geçen zamana göre saptanır. 2. Aralıklar ya düzenli ya da düzensiz bir biçimde olur. İki temel boyutun her biri kendi içinde iki seçenek gösterdiğinden, ikisinin bir araya gelmesinden dört tip aralıklı pekiştirme türü çıkar (Cüceloğlu, 2008; 149).
Her pekiştirme tarifesi kendine uygun davranış biçimleri geliştirir. Örneğin “değişmez zaman aralıklı” tarife uygulandığında pekiştirme zamanı yaklaştıkça faaliyet artmaktadır. Öğrencilerin çoğunun ders çalışma biçimleri değişmez aralıklı tarifeyi hatırlatır; sınav günü gelinceye kadar çalışma yoktur, sınav gününden önceki gece bütün gece çalışılır ve öbür sınava kadar yine kitap ve notlar bir yana bırakılır. Değişen aralıklı tarifeler ise sürekli devam eden bir davranış gösterirler, çünkü her an için, pekiştirme olabilir. Öğrencilerin sürekli çalışmalarını sağlayabilmek için, öğretmen sömestr içinde beş sınav yapılacağını söyler, ancak sınavları ne zaman yapacağını açıklamazsa öğrenciler sürekli hazır olmak zorunda kalırlar. Balık tutmaya çalışan kişi de bu durumdadır; balığın ne zaman geleceğini bilmediğinden sürekli uyanık olmak zorundadır. Oranlı tarifeler, aralıklı tarifelerin aksine, yüksek akıcılığı olan davranışlar ortaya çıkarırlar ve bu özelliklerinden dolayı sanayide ve kumar gazinolarında en çok kullanılan pekiştirme tarifelerini oluştururlar. İşçisine parça başına ücret veren işveren, bu sistemi kullanmaktadır. Değişen oran tarifesi kullanıldığı zaman, davranış genellikle yüksek frekansta ortaya çıkar ve sönmeye karşı son derece dirençlidir; kumar gazinolarındaki makinelerde en sık kullanılan sistem budur (Cüceloğlu, 2008; 149-150).
Tepkisel koşullanma yoluyla öğrenilen davranışlar, bizim için çevreye uyum sürecinde önemli işlevleri olmasına karşın, bizi çevreye karşı edilgen bırakmaktadır. Buna karşın edimsel (edimsel olarak koşullanan) davranışlarımız aracılığıyla içinde yaşadığımız çevresel koşulları değiştirir; belirli sonuçlara ve amaçlara ulaşırız. Örneğin, ders çalışmak, işe gitmek, konuşmak, okumak, yazmak, problem çözmek, çevremizde saygın bir kişi olmaya çalışmak v.b. yaşamımızı sürdürürken gerçekleştirdiğimiz davranışlarımızın büyük bir bölümü edimsel koşullanma yoluyla öğrenilen edimsel davranışlardır. Bir davranışın edimsel bir davranış olup olmadığını anlamanın en kolay yolu, o davranışı neden yaptığımızı anlamaktır. Eğer, belirli bir davranışı belirli bir amaca ulaşmak için yapıyorsak o davranış edimsel bir davranıştır (Uzunöz, 2002; 230).
Premack (1959), pekiştireç olarak uyarıcı yerine faaliyeti kullanmayı önermiştir. Buna göre bir organizmanın sık sık yapageldiği bir hareket, organizmanın daha seyrek olarak yaptığı başka bir faaliyet için pekiştireç rölünü oynar. Premack’a göre, her organizmanın bir pekiştireçler hiyerarşisi vardır. Bu hiyerarşi içinde yer alan her davranış, kendinden üst bir faaliyet tarafından pekiştirilebilir ve kendinden daha alt düzeylerdeki faaliyetler için bir pekiştireç rolü oynar. Bu ikinci ifade “Premack İlkesi” olarak bilinir. Premack ilkesi anne ve babaların uzun zamandır uyguladığı bir yöntemi bilimsel olarak ifade etmiştir. Oğluna “Ev ödevini bitir, sonra sinemaya gidebilirsin!” diyen baba Premack ilkesini kullanmaktadır (Cüceloğu, 2008; 157).
Skinner, fareler üzerinde yaptığı koşullanma deneylerinin sonuçlarından toplumsal çıkarımlara vararak, mutluluğu “edimsel pekiştirmenin bir yan ürünü” olarak tanımlamıştır. Bize mutluluk veren şeyler bizi pekiştiren şeylerdir. Ona göre, bir şeyi yapmayı içsel ahlaki kararlarımızın bir sonu olarak özgürce seçmeyiz, çevresel beklentilere göre bir tepki olarak davranırız (Burger, 2006; 516).
İnsan davranışlarının biçimlendirilmesinde bireyin içinde büyüyüp yaşadığı toplumun gelenek ve görenekleri ile kültürü önemli bir rol oynamaktadır. Kültür belirli türden davranışları istenen, uygun, beğenilen davranışlar olarak pekiştirir; bazı tür davranışları ise yerer, aşağılar ve böylece zamanla söndürür. Böylece kültür son derece kudretli ve yaygın bir sosyal pekiştirme düzeni getirir (Cüceloğlu, 2008; 154).