Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanılıp hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında, gümbür gümbür oldu yüreği. Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü, neye benzerdi acaba gökyüzü?
Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. Dudağı yarıklar denir, şanslıdır onlar; hani görüp de gökyüzünü ve insanı, oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare, balıkçının parmakları acımasızca kavradı oun; küçük istavrit anladı yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği; oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarıa değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçtiler önünden; bir kedi yalanarak baktı gözünün içine; yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu; yürüdüm deniz kenarına; bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı; sonra sevinçle dibe daldı gitti, tüm kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti; birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler; neden yaptın bunu, niye?
“Bir gün” dedim, “Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye.”
Wisdom Stories