Hiçbir konferansta konuyla ilişkili olarak, konuşmacısı tarafından “Elmas Tarlaları” kadar sık alıntı yapılan başka bir metin yoktur. Eğer bir kişi aynı konferansı on beş yıl boyunca her gece sunacak olsaydı, o sürenin sonunda bile Dr. Russell Conwell’in rekorunu kıramazdı. Meşhur Philadelphialı, “Elmas Tarlaları” felsefesini beş bin yedi yüz defadan fazla anlatmıştır.
Bir zamanlar İndis Nehri’nden çok da uzak olmayan bir yerde Al Hafed isimli yaşlı bir İranlı yaşarmış. Al Hafed meyve bahçeleri, hububat tarlaları ve bahçeleri olan çok büyük bir çiftliğe sahiptir. Mutlu ve zengin bir adamdır Al Hafed. Mutludur; çünkü zengindir ve zengindir; çünkü mutludur. Bir gün bu yaşlı çiftçiyi o eski Budist rahiplerden biri ziyaret eder ve Al Hafed’in ateşinin yanına oturup bizim dünyamızın nasıl yapıldığını anlatır. Bu dünyanın bir zamanlar yalnızca bir sis kümesi olduğunu söyler ki bilimsel olarak bu doğrudur ve Tanrı’nın parmağını bu sis kümesi içine soktuğunu, sonra yavaşça parmağını çevirmeye başladığını, azar azar parmağının hızını artırdığını, en sonunda o sis kümesini katı bir ateş topu olarak hızla döndürdüğünü ve onun yuvarlanarak evrende, diğer kozmik sis kümelerini yakıp geçerek ilerlediğini, dışındaki nemi yoğunlaştırdığını, sıcak yüzeyi üzerine böylece yağmur selleri yağdığını ve dış kabuğunu soğuttuğunu söyler. Sonra içerisindeki alevler, soğumakta olan kabuğun içinden patlayarak, bu muhteşem dünyamızdaki dağları, tepeleri ve vadileri meydana getirir. Eğer bu içteki erimiş küme kütle dışarıya patlayarak çok hızlı soğumuş olsaydı granit olur; biraz daha yavaş soğusa gümüş, biraz daha yavaş soğusa altın ve altından sonra da elmas olur. Şöyle der yaşlı rahip: “Bir elmas, güneş ışığının donmuş bir damlasıdır.”
Bu aynı zamanda bilimsel bir gerçektir. Elmasın saf karbon olduğu, yani gerçekten de güneş ışığı tortusu olduğu doğrulanmıştır.
Yaşlı rahip, Al Hafed’e eğer bir avuç elmasa sahip olursa bütün bir ülkeyi satın alabileceğini ve bir elmas madeniyle de çocuklarını, muhteşem servetlerinin yaratacağı etki sayesinde tahtlara oturtabileceğini anlatır. Al Hafed elmasları ve ne kadar değerli olduklarını dinler ve o gece yatağına fakir bir adam olarak gider. Bir şey kaybettiği için değil; mutsuz olduğu için fakir ve fakir olduğunu düşündüğü için mutsuz. Şöyle der:”Bir elmas madeni istiyorum.” Böylece tüm gece uyanık kalır ve sabah erkenden kalkıp rahibi arar.O rahibi rüyalarından uyandırır ve “Elmasları nerede bulabileceğimi söyler misin?” der, “Elmaslar mı? Elmaslardan ne istiyorsun? der rahip. Çok çok zengin olmak istiyorum,” der Al Hafed, “fakat nereye gideceğimi bilmiyorum.” “O halde,” der rahip, “eğer yüksek dağlar arasında, beyaz kumların üzerinden akan bir nehir bulursan, o kumların içinde daima elmasları görürsün.” “Gerçekten böyle bir nehir olduğuna inanıyor musun?” “Pek çok var, pek çok; tek yapman gereken gidip onları bulmak , sonra onlar senin olur.” “Gideceğim,” der Al Hafed. Böylece çiftliğini satar, birikmiş parasını alır, ailesini bir komşusuna emanet eder ve elmasları aramak için uzaklara gider. Afrika’daki Ay Dağları’ndan başlar, ardından Filistin taraflarına gider, sonra Avrupa içlerinde dolaşır, en sonunda tüm parası tükenmiş, kendisi de paçavralar içindeyken; perişan ve mahvolmuş bir halde İspanya’da, Barcelona’daki o körfezin kıyısında durur. Cebelitarık Boğazı’ndaki Herkül Kayalıkları’ndan devasa bir dalga gelir; zavallı, keder, ıstırap içerisindeki adam o gelen dalgaya kendisini atmak için hissettiği korkunç dürtüye karşı koyamaz ve o dalganın köpüklü sularında kaybolup bu hayatta bir daha görülmemek üzere sulara gömülür.
Al Hafed’in varisinin, sığ akıntının kumları içinde merak uyandırıcı bir ışık parıltısını fark edip ona doğru uzandığını, gökkuşağının tüm renklerini yansıtan bir göze sahip siyah bir taşı çekip aldığını, bu acayip çakıl taşını eve götürüp şömine rafı üzerine bıraktığını, sonra işine dönüp tüm bunları unuttuğunu anlattı. Bundan birkaç gün sonra Al Hafed’e elmasların nasıl meydana geldiğini anlatan aynı rahip, onun varisini ziyaret etmek için gelir. Şömine rafından gelen ışık parıltısını gördüğünde aceleyle koşturur ve, “İşte bir elmas, işte bir elmas! Al Hafed döndü mü?” der. Hayır, hayır; Al Hafed dönmedi ve o da bir elmas değil; onu tam burada, bahçemizin içinde bulduk.” “Fakat bir elması gördüğüm zaman tanırım,” der rahip “bu bir elmas!”
Sonra birlikte bahçeye koştururlar ve parmaklarıyla beyaz kumları karıştırırlar ve başkalarını, ilkinden daha güzel, daha değerli elmaslar bulurlar. Ve böylece, tüm insanlık tarihi içerisindeki en büyük elmas madeni olan, Golconda elmas madenini keşfettiler.
Kıssadan hisse, eğer Al Hafed evde kalsa ve yabancı bir memlekette perişanlık, açlık, yoksulluk ve ölüm içinde olmak yerine kendi mahzenini ya da bahçesini kazsa “elmas tarlalarına” sahip olacaktı. Her bir dönüm, evet o eski çiftliğin her bir kürek dolusu kısmı daha sonra, o zamandan beri kraliyetlerin taçlarını süsleyen mücevherleri ortaya çıkarmıştı.
Dale Carnegie “Özgüven Kazanma Yolları”