Seslendirme sanatçısı ve yönetmeni Zeyno Burcu Temel ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Seslendirme konusunda Türkiye’nin önde gelen isimlerden birisi olan Temel’e, mesleğine ve çalışmalarına dair en merak edilen soruları yönelttik. Sorularımıza verdiği içten ve bilgilendirici yanıtları ile bu röportajı keyifle okuyacağınızı düşünüyoruz.
Yaptığınız işi anlatır mısınız? Seslendirme sanatçısı olmak nasıl bir şeydir?
En basit şekliyle söyleyecek olursam, dizi ve filmlerde Türkçe konuşmayan oyuncuları Türkçe konuşturuyoruz. Seslendirme çoklu koordinasyon gerektiren bir iştir, yani aynı anda birkaç şeyi birden yapabilmenizi gerektirir. Karşınızda seslendirdiğiniz filmin aktığı bir televizyon ekranı bulunur. Kulağınızda filmin orijinal sesini duyduğunuz bir kulaklık olur. Kısa bir süre öncesine kadar çeviri metnini elimizdeki tekstlerden okurduk. Hala bu şekilde çalıştığımız stüdyolar var ancak çoğu stüdyo teknolojiye ayak uydurarak bilgisayara geçti yani metni ekrandan okuyoruz. “Çoklu koordinasyon” dediğim durum da tahmin edebileceğiniz gibi burada başlıyor. Seslendireceğiniz film karşınızdaki ekrandan akarken, gözlerinizle oyuncunun fiziksel oyununu –yani gülerek mi, düz mü, ağlamaklı mı konuşuyor, kavga mı ediyor- takip etmeli; bu oyunu kulaklığınızdan gelen konuşmalar ve seslerle birleştirmeli; aynı anda da önünüzdeki çeviri metnini okumalısınız. En önemlisi de oyuncunun tonunu, vurgularını ve oyun tarzını yakalayarak onu, deyim yerindeyse, taklit etmelisiniz. Bağırıyorsa bağırmalı, fısıldıyorsa fısıldamalı, kavga ediyorsa kavga etmelisiniz. Elbette ki stüdyoya ilk girdiğiniz anda bunların tamamının aynı anda oluvermesi beklenemez. Her işte olduğu gibi, seslendirme işinde de bilgi, pratik, tecrübe arttıkça koordinasyon ve beceri de gelişir. Seslendirme sanatçısı olmak çok keyifli ve eğlencelidir ama bir o kadar da zordur. Stüdyodan stüdyoya koşturmanız, kılıktan kılığa girmeniz gerekir. Oyunculuk yeteneğine sahip değilseniz, garantili ve mesai düzeninde bir iş istiyorsanız ve dünyaya çok geniş bir perspektiften bakamıyorsanız, bu iş size göre değil demektir.
Seslendirme teknik bir iş midir? Seslendirme yaparken kullandığınız özel teknikler var mı? O duyguyu verebilmek için neleri farklı yaparsınız?
Yaptığımız iş sanatsal bir iştir, ses oyunculuğudur. Bununla birlikte uymak veya geliştirmek zorunda olduğumuz bazı teknikler vardır. En basit örneğiyle, oyuncu konuşmaya başladığı zaman konuşmaya başlamalı, sustuğu zaman susmalısınız ya da esler vererek konuşuyorsa, bu esleri doğru yerlerde vermelisiniz. Bu söylediğim kişiden kişiye değişebilir bir şey değildir, işin tekniğidir. Bununla birlikte sanırım işimizin insanlara en zor ve ilginç gelen kısmı, her şeyi “durup dururken” yapabilme becerisine ve tekniğine sahip oluşumuz. Halk arasında “kendi kendine gülene deli derler” diye bir deyim vardır. İşte biz bu durumun canlı örnekleriyiz. Üstelik sadece kendi kendimize, durup dururken gülmekle kalmayız; kahkaha atabilir, yemek yiyebilir, ağlayabilir, bağırabilir, koşabilir, güç gerektiren işler yapabilir, öpüşebilir, hatta bunlardan birkaçını aynı anda yapabilir; ve üstüne üstlük aynı anda konuşabiliriz de 🙂 Bütün bunların teknik olarak öğrenilmesi, geliştirilmesi ve doğal hale gelebilmesi belli bir süre ve pratik gerektirir.
Seslendirdiğimiz bir sanatçının yaşadığı duyguyu en doğru şekilde verebilmenin yolu, onu doğru taklit edebilmektir bence. Örneğin bir ağlama sahnesinde önemli olan, sizin normal hayatta nasıl ağladığınız değil, o karakterin nasıl ağladığıdır. Eğer karakter deliler gibi bağırarak, çığlıklar atarak ağlıyorsa, dublaj sanatçısının “Ama normalde ben böyle ağlamam ki!” demesi söz konusu olabilir mi? Elbette olamaz. Orada yapılması gereken şey doğru oyunu orijinaline en yakın şekliyle yansıtabilmektir.
Bugüne kadar izlediğiniz en iyi 10 film hangisidir?
Uzun yıllardır bu işi yapmama rağmen, dürüst olmak gerekirse sıkı bir sinema ve sinema sanatı takipçisi olduğum söylenemez. Ama beni izlediğimde çok etkilemiş olan filmlerden ilk aklıma gelenleri paylaşabilirim tabii 🙂 V for Vendetta, I Robot, Şeytanın Avukatı, Spy Game, Field of Dreams, Ölü Ozanlar Derneği, Son Samuray, Fight Club, Avatar, Wall-E (animasyon)
Seslendirdiğiniz en iyi performans hangi filmdeydi? Onu farklı kılan ne olmuştu?
Bugüne kadar çok severek seslendirdiğim pek çok sanatçı ve karakter oldu. Takdir edersiniz ki insanın kendi performansını değerlendirmesi bir hayli zor bir iştir. Bununla birlikte son zamanlarda beni hem performans olarak zorlayan hem de kendi adıma tatmin edici olduğunu söyleyebileceğim iş, Luke Cage adlı dizide Alfre Woodard’ın canlandırdığı Mariah Dillard karakterini konuşmak. Şu anda ikinci sezonunu konuştuğum dizinin ilk sezonundaki bazı sahneler beni gerçekten hem çok zorladı hem de çok keyif verdi. Özellikle aklımda kalan ve beni zorlayan sahne ise, karakterin kuzeniyle kavga etmesi ve neredeyse bir cinnet halinde onu öldürmesiydi. Bunun kulağa hiç de hoş gelmediğinin farkındayım ama işimizin cilvelerinden biri de bu: Hep Pamuk Prenses konuşulmaz, Cadı’yı da birilerinin konuşması gerek. 🙂
Seslendirme sanatçısı olmak isteyen kişilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle bunun zor bir süreç olduğunu bilmeleri gerekir. İnsanları seslendirme işiyle ilgili en çok yanıltan şey, aslında herkesin her gün, her dakika yapmakta olduğu şeyi yapıyormuş gibi görünmemiz: Konuşmak.. Normal olarak konuşabilen herkes, bu işi de yapabilir sanılıyor ama bu pek doğru değil. Düzgün bir diksiyonla akıcı bir Türkçe konuşmak elbette ki bu işin ilk şartı. Sonrasında ise mutlaka ve mutlaka bir oyunculuk yeteneği ve altyapısına ihtiyaç var. Daha önce de söylediğim gibi, bizim yaptığımız iş Ses Oyunculuğu. Konuştuğumuz karakterin tüm duygusunu sadece sesimizle yansıtmak durumundayız çünkü beden dilimizi kullanabilmemiz söz konusu değil. Bu söylediklerim bu işin altyapısını oluşturan olmazsa olmazlardır. Bunun dışında, daha önce söylediklerimi bir kez daha tekrar etmekte fayda var diye düşünüyorum. Evet, seslendirme işi sadece dışardan keyifli ve eğlenceli görünmez, içerden de aynen öyledir :). Ancak, hayatınızı bu işten kazanmak gibi bir kariyer planı yapmayı düşünüyorsanız fakat iş tanımınız “Maaş+Prim+SSK+Yol+Yemek” ise, yol yakınken geri dönün derim. 🙂
Aynı zamanda koçluk çalışmaları da yapıyorsunuz. Bu çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?
Bir gün farkettim ki bütün hayatımız doğru cevapları aramakla geçiyor. İyi de doğru soru ne? İşte beni harekete geçiren şey bu oldu. Bunun üzerine hayatımı şöyle bir gözden geçirmeye karar verdim ve ortaya trajikomik bir manzara çıktı: 9-10 yaşlarında radyo tiyatrolarıyla mikrofon karşısına ilk geçiş, 18 yaşından itibaren televizyon seslendirmelerine başlama, aynı anda üniversite (İLEF), pedagojik formasyon, insan kaynakları eğitimi, aynı dönemlerde kişisel gelişim, spiritüalizm ve ezoterizmle tanışma, okunan yüzlerce kitap, katılınan onlarca seminer, aynı zamanda konuşulan binlerce film ve dizi, yapılan çeviriler, seslendirme yönetmenliği ve çoğu zaman bunların hepsinin aynı anda, eşzamanlı oluşu… Veee bir baktım ki hala “doğru cevapları” arıyorum. “Hiçbir şey için geç değildir” dedim kendi kendime. Bu süreci bir şekilde tersine çevirmeyi öğrenmem ve başarmam gerekiyordu. Eğer ne istediğinizden kesinlikle eminseniz, hislerinize güvenmelisiniz. İşte ben de aynen öyle yaptım ve sonuçta, doğru zamanda, doğru yerde, doğru bir öğretmenle çalışmaya başlamam bana, yıllar boyunca öğrendiklerimi toparlama, bilmediğim pek çok şeyi öğrenme, bunların hepsini birleştirip sistematik bir hale getirme ve doğru soruları sormaya başlama fırsatı verdi. Ve sanırım aslında gerçek macera da böyle başladı.
Uzun yıllardır “profesyonel” olarak konuşuyorum. Arada arkadaşlarım bana takılırlar “Off Burcu yine çok konuştun..” diye. Ben de “Benim işim bu. Normalde para alırım, dua edin fatura kesmiyorum..” diye cevap veririm.
İşin şakası bir yana, hangi işle uğraşıyor olursanız olun, siz de bir gün “profesyonel” veya “uzman” dinleyicilere/izleyicilere karşı konuşmak zorunda kalabilirsiniz. Bu bir proje sunumu veya bir bilgilendirme toplantısı/brifing olabilir. Uzmanlık alanınızla ilgili ders/eğitim vermeniz istenebilir. Konferans, kongre, seminer vb. bir organizasyonda bildiri sunmanız, konuşma yapmanız gerekebilir. Bir radyo veya televizyon programına katılabilirsiniz hatta sokakta tesadüfi olarak sizi seçip röportaj bile yapmak isteyebilirler. Örnekleri daha da çeşitlendirmek mümkün elbette. Sonuç olarak her durumda karşınızda az önce sözünü ettiğim uzman/profesyonel kadro olacaktır. Çoğu zaman “çokluk” yanılgısına düşeriz; yani dinleyici/izleyici ne kadar çoksa, tedirginlik ve heyecan da o kadar artar gibi gelir ama bu her zaman geçerli değildir. Dinleyicilerin/ izleyicilerin kaç kişi olduğu farketmez. Örneğin yeri gelir sizi bin kişilik bir topluluğa konuşmaktan çok daha fazla heyecanlandıracak tek bir kişi olabilir. İster bir kişi, ister bin kişi olsun, kendinizin dışındaki birilerinin önünde bir performans sergilemek, zorlayıcı bir deneyimdir. Bazen başarınız o birkaç kritik dakikaya bağlı olabilir.
İşte bu noktada sanırım yine “doğru sorular” devreye giriyor:
– Belli durumlarda konuşurken insan neden tedirgin olur? Neden bazen kilitlenip kalır?
– Düzgün ve anlaşılır konuşmak ne demektir?
– Konuşma hızı nasıl ayarlanmalıdır?
– Konuşurken vücut dili nasıl kullanılmalıdır?
– Konuşurken neler izleyicilerin/dinleyicilerin dikkatini dağıtabilir?
– Topluluk karşısında konuşurken kıyafet önemli midir?
– Konuşmacı tavrını nasıl ayarlamalıdır?
Bunlara benzer daha pek çok soru sorulabilir. Önemli olan sorun olduğu düşünülen konulara ilişkin, kişilere özgü/özel sorular ve cevaplar bulabilmektir. Her insan birbirinden farklı olduğuna göre, genel geçerliliği olan tek bir çözüm de söz konusu olamaz.
Şimdi gelelim sonuca: Ben ne yapıyorum? Siz ne yapıyorsunuz? Biz ne yapacağız? 🙂
Bir; her zaman yanınızdayım. Önünüzde ya da arkanızda değil, tam yanınızda. Yani birlikte yürüyoruz.
İki; elimde sihirli bir değnek yok. Ama inanın sizin elinizde var. Onu farketmenizi, ona alışmanızı ve onu doğru kullanmaya başlamanızı sağlayabiliriz; birlikte…
Üç; kendinize iyi davranın. O, en iyi bildiği şeyi yapıyor, daha iyisini bilse emin olun öyle yapardı. Kimseden daha iyi olmak zorunda değilsiniz, önemli olan kendinizin en iyi versiyonu olabilmeniz.
Dört; insanoğlu soru sorarak gelişir, en çok da kendi kendine soru sorarak. Eğer zamanında birileri bunu yapmamış olsaydı, hala mağaralarımızda oturup ağaç dallarını birbirine sürtüyor olurduk.
Beş; korkmayın, kuantum mekaniği denklemi çözmeyeceğiz, hatta havuz problemi bile çözmeyeceğiz. Değişime ve ilerlemeye açık olun. Adım adım, yavaş yavaş ilerleyeceğiz. Kişilik yapınıza, hayat tarzınıza ve mesleğinize uygun çözümler arayacağız. Biraz merak, biraz istek, biraz da motivasyon gerekecek o kadar.
Bu harika röportaj ve ayırdığınız zaman için size çok teşekkür ederiz.
Burcu Temel’in çalışmalarına dair ayrıntılı bilgilere burcutemel.com sitesinden ulaşabilirsiniz.
Burcu Temel’in Seslendirme Çalışmalarından Örnekler