Beden senin dostundur, düşmanın değil. Onun lisanını dinle, şifresini çöz ve yavaş yavaş, bedenin kitabına dalıp da sayfalarını çevirmeye başladıkça yaşamın tüm gizeminin farkına varacaksın. O gizem özetlenmiş halde senin bedenin. Milyon defa büyütüldüğünde, o tüm dünyayı kaplıyor.
Beden bir mucizedir! O müthiş güzel ve bir o kadar da karmaşıktır. Beden kadar karmaşık, onun kadar usta başka hiçbir şey yoktur. Sen onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Ona sadece aynada baktın. Hiç içeriden bakmadın; o kendi içinde bir evrendir. Mistiklerin hep dediği de işte bu; bedenin minyatür bir evren olduğu.
Bedenini sevmediğin sürece ve bedenini anlamadan, ruhsal büyüme mümkün değildir. Beden, ruhunun tapınağıdır. İnsan, toprakla gökyüzünün, bedenle ruhun buluşmasıdır.
Sağlığın tarifini hatırla. Bedenini hiç hissetmediğinde sağlıklısın demektir. Başını sadece başın ağrıdığında hissedersin. Başın ağrımıyorsa başın da yoktur, hiçbir ağırlığı kalmaz. Bacağın ağrıyorsa vardır. Ağrımıyorsa orada değildir. Beden sağlıklı iken – benim sağlık tarifim şudur, sağlığın varlığından tamamen habersiz olursun, orada olup olmaması hiç fark etmez… Aynı şey sağlıklı beyin için de geçerlidir. Akıl sakinse, sessizse, hissedilmez. Beden ve beyin birlikte sessiz olurlarsa ruhu daha kolaylıkla, gülerek hissedebilirsin. Ciddi olmaya hiç gerek kalmaz.
Fiziksel beden ölmeden önce biyoenerji ölmeye başlar ve biyoenerjisi ile derin teması olan bir insan artık enerjisinin ufaldığını bilir. Yaşam genişlemek, ölüm ufalmak demektir.
Rusya’da onlarca yıl yeni deneyler yapıldı ve bilim insanları birçok sonuçlara vardılar. Çok şeyi açıklayan bir sonuç ise şöyle: Ne zaman bir hastalık baş gösterse ortaya çıkmadan altı ay önce beden sana devamlı sinyaller yollar… Rusya’da onlarca yıl yeni deneyler yapıldı ve bilim insanları birçok sonuçlara vardılar. Çok şeyi açıklayan bir sonuç ise şöyle: Ne zaman bir hastalık baş gösterse ortaya çıkmadan altı ay önce beden sana devamlı sinyaller yollar… Altı ay da epey uzun bir zamandır! Senede bir hastalığa yakalanacaksan, bu yılın ortasında beden sana sinyal vermeye başlayacaktır – ama sen bu sinyalleri almıyorsun, anlamıyorsun, bilmiyorsun. Ancak hastalık kendini gösterdiği zaman farkına varıyorsun. Hatta farkına varmayabilirsin de – içeride ciddi bir sorun olduğunun farkına ilk kez doktorun varabilir.
Beden doğal bir tepki verdiği zaman, buna içgüdü denir. Ruh doğal bir tepki verdiği zaman, buna sezgi denir. Bunlar birbirine benzer; ancak çok farklıdır. İçgüdü bedene aittir ve kabadır. Sezgi ise ruha aittir ve incedir. İkisinin arasında ise uzman olan zihin bulunur… Ve zihin asla doğal tepki vermez. Zihin bilgi demektir. Bilgi ise doğal olamaz. İçgüdü akıldan daha derindedir. Sezgi ise akıldan daha üsttedir. İkisi de aklın ötesindedir. Ve ikisi de iyidir.
Kafa fazlasıyla diktatördür. Her şeyden enerji emer ve tekelcidir. Duyularını köreltir. Başın enerjinin neredeyse yüzde 80’ini çeker ve geriye kalan yüzde yirmi bedene dağılır. Bunun acısını beden çeker ve beden acı çekince sen de çekersin; çünkü ancak organik bir bütün olarak davrandığında ve bedenin ile varlığının her parçası gerekli enerjiyi aldığında mutlu olabilirsin – ne daha az ne de daha fazla. O zaman belli bir tempoda hareket edersin; uyum içindesindir.
Beden diyor ki, ‘Dur! Yeme!’ Sen yemeye devam ediyorsun; beynini dinliyorsun. Beyin diyor ki, ‘Bu çok lezzetli. Hadi birazcık daha.’ Sen bedeni dinlemiyorsun… Beden kendini kötü hissediyor, mide diyor ki, ‘Yeter! Bu kadarı fazla! Yoruldum!’ Ama beyin de ‘Şu lezzete bak…Hadi biraz daha,’ diyor. Sen beyni dinlemeye devam ediyorsun. Bedeni dinlersen sorunlarının yüzde 99’u yok olup gidecek ve kalan yüzde bir gerçek sorunlar değil, ancak kazalar olacak.
Yüzeyde herhangi bir şeyi yapabilirsin, ama daha derindeki kökler değişmediği sürece hiçbir şey olmaz. Yüzeyde herhangi bir şeyi yapabilirsin, ama daha derindeki kökler değişmediği sürece hiçbir şey olmaz. Bu yüzden dışsal olan konusunda şunu hatırla: Onun farkında ol ve yüzeyden köklere git, kökünü bul… neden sinirlisin? Biri çok yemek yemektedir. Bırakılabilir. Kendini çok yemek yememeye zorlayabilirsin. Ama neden çok yemek yemektedir? Neden? Çünkü bu bedensel bir ihtiyaç değildir, bu yüzden bir yerlerde zihin araya girmektedir. Zihne bir şeyler yapılmalıdır; bu bedene dair bir mesele değildir. Neden mideni doldurup duruyorsun? Yemeğe duyulan saplantı, bir sevgi ihtiyacıdır. Yeterince sevilmiyorsan daha fazla yersin. Seviyor ve seviliyorsan daha az yersin. Ne zaman biri sana âşık olsa, daha fazla yiyemezsin. Aşk seni öyle doldurur ki, boş hissetmezsin. Aşk yoksa, boş hissedersin; içine bir şeyler doldurulmalıdır… Sen yiyecek tıkıştırıp durursun.
Eğer bir şekilde aşk enerjini bloke ediyorsan, bu enerji yemeğe duyulan ilgiye dönüşür. Bunu değiştirmek istiyorsan biraz daha sevgiye önem vermek, daha sevecen olmak zorundasın. Kendi bedenini sev. İşe oradan başla; bedeninin keyfini çıkar. Dans et, şarkı söyle, hisset ve kendi bedenine dokun… Aşkın güzel bir yanı var: Asla fazlası olmaz. Kimse aşırı sevemez, hiç kimse; aşırı diye bir şey yoktur. Fazla yediğinde içine bir şeyler tıkar durursun; aşkta ise aksine verirsin, paylaşırsın, seversin. Bu rahatlatıcı bir olaydır. Ve verdikçe enerjin akmaya başlar. Durgun bir göl değil, akıcı bir nehir olursun… Sevgi temel bir ihtiyaçtır. Senin bedenin gıdalarla büyür, ruhun ise sevgiyle!
Aslında neşe, bedenin senfonisi anlamına gelir, başka bir şey değil – bedenin musiki bir ritim tutturması demektir, hepsi bu. Neşe zevk değildir; zevki başka şeylerden alırsın. Neşe sadece kendin olmaktır – capcanlı, hayat dolu, zinde. Bedeninin içinde ve çevresinde çalan belli belirsiz bir müzik, bir senfoni – neşe budur işte!
Hindular kalbe bedenin güneşi derler. Tüm beden bir güneş sistemidir ve kalbin etrafında hareket eder. Kalp atmaya başladığında canlandın, kalp atmayı bırakınca öleceksin. Kalp bedeninin güneş sisteminin merkezinde duruyor. Ona karşı uyanık ol. Ancak tüm bedene karşı duyarlılık geliştirebilirsen, kalbe karşı da duyarlı olabilirsin; bu da zamanla gerçekleşir.
Tüm meditasyon yöntemleri sana kendini bırakma sanatını hatırlatmanın yollarından ibarettir. Hatırlamak diyorum; çünkü bir zamanlar biliyordun. Hala da biliyorsun; ama toplum bu bilgiyi bastırıyor. Tüm meditasyon yöntemleri sana kendini bırakma sanatını hatırlatmanın yollarından ibarettir. Hatırlamak diyorum; çünkü bir zamanlar biliyordun. Hala da biliyorsun; ama toplum bu bilgiyi bastırıyor. Basit prensipleri hatırlamalısın: Beden başlangıç noktası olmalıdır. Yatağa uzan – bunu her gün yapıyorsun, o yüzden özel bir şeye gerek yok – ve uykuya dalmadan önce kapalı gözlerle ayağından itibaren enerjiyi izlemeye başla. Oradan ilerle – içerisini izle: Herhangi bir yerde gerilim var mı? Bacaklarda, baldırlarda, karında? Gerginlik var mı? Ve eğer bir yerde gerginliğe rastlarsan onu rahatlatmaya çalış. Rahatlamadan o noktadan sakın ayrılma. Ellerden geç, çünkü eller senin beynin; onlar zihnine bağlı. Sağ elin gerginse sol beynin gergin demektir. Sol elin gerginse sağ beynin gergin demektir. O yüzden önce ellerden geç, onlar neredeyse beyninin uzantıları ve en sonunda da beyne ulaş. Tüm beden rahatladığında beyin zaten yüzde doksan rahatlamış oluyor, çünkü beden beynin uzantısından başka bir şey değil. Sonra beynindeki yüzde onluk gerginliği izle ve sırf izleme sayesinde bulutların dağıldığını göreceksin. Bu birkaç gününü alacak; işin püf noktasını bulmalısın. Bu senin tamamen rahat olduğun çocukluk günlerini geri getirecek.
Osho